Sporun Endüstrisi
Spor'un hayatımızdaki yeri tartışılmaz seviyede. Özellikle de futbol, basketbol ve atletizm. Bu spor dallarını aslında var kılan, o sporların tüketicisi konumunda olan izleyiciler; yani bizleriz. Tüketicisi olmayan hiçbir ürün nasıl piyasada var olamıyorsa, seyircisi (takip edeni) olmayan bir spor da spor piyasasında var olamıyor. Bu bağlamda baktığımızda, küresel çapta en büyük tüketicisi olan spor; futbol.
Birçok futbol sever için futbol aslında bağımlılık seviyesinde. Bu bağımlılığın nedeni farklı şekillerde açıklanabilir ancak en temelinde insanın bir gruba ait olma isteği gelmektedir. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacından sonra üçüncü sırada gelen "aidiyet ihtiyacı", insanların spor konusunda ilgi alanlarına göre gruplaşmalarının bir nedenidir. Daha doğar doğmaz aslında bu aidiyet ihtiyacı etrafımızdakiler tarafından bizlere verilir. Çocukluk ve ergenlik yıllarında iyice belirginleşmiş olan bu durum, genel hatlarıyla bizi bir gruba ait kılar. Futbol endüstrisinin de ana kaynağı budur. İnsanların hislerinin,zamanlarının ve paralarının, ticari kaygı güden futbol müesseselerince kullanılmasıdır. Aslında futbol, futbolcusundan doktoruna, stadyumlarda çekirdek-su satan amcalardan taksicisine, belediyeden esnafına çok önemli bir pazar. Ancak bu saydıklarım içerisinde futbolcular haricindekiler pazardan en az pay alanlar. Asıl pazar payı kulübün, futbolcuların,sponsorların,yayıncı kuruluşun ve çok tabii ki TFF, UEFA, FIFA gibi organizatörlerin.
Öyle bir pazar ki, artık dünyada petrol zenginleri gerçekliği varken, futbol zengini gerçekliği de oluşmuş ya da halihazırdaki zenginler futbola el atmışlar. Deloiette Futbol Para Ligi 2014 raporuna göre mesela, Real Madrid'in geliri 519 milyon avro,Galatasaray'ın 157 milyon avro, Fenerbahçe'nin ise 126 milyon avro. Bu gelirlerin neredeyse tamamı, tüketici bazlı. Örnek vermek gerekirse, diyelim ki tuttuğunuz takımın maçını statta izlemeye gideceksiniz. Satın aldığınız maç bileti,forma vs parası kulübün kasasına. Ya da maçı evinizde izleyeceksiniz, bu durumda şifreli yayın için yayıncı kuruluşa ödediğiniz paranın bir kısmı kulübün kasasına. Benzer şekilde maç yayını yapan bir kafeye gittiğinizde, yine izlemek için verdiğiniz paranın dolaylı olarak bir kısmı kulüp kasasına. Son iki durumda zorla gözünüze sokulan tüm reklamlarca para, yine kulüp kasasına.Bu durumların tamamına baktığımızda piyasadan en fazla dilimi alan: kulüpler, çarkın dönmesini sağlayan ise taraftarlar oluyor. Bu gibi nedenlerden olsa gerek artık altyapıdan daha çok, parası olanın borusu ötmeye başlamış durumda. Paran yoksa geniş çapta başarılı olmayı bekleyemezsin.
Gazetede, e-bilet ile ilgili okuduğum bir taraftar yorumunda taraftar şöyle bir ifade kullanmış:"36 yıldır düzenli olarak maçlara geliyorum. Beni ve arkadaşlarımı tribüne bağlayan şey sadece hafta sonları maç seyretmek değil. Tribün birbirini tanıyan insanların oluşturduğu bir arkadaşlık bütünü. Sosyal hayattaki apoletlerin söküldüğü, herkesin maç ortamında gerçek anlamda eşit olduğu başka bir yer düşünebiliyor musunuz?. Bir yanda işçi çalıştıran bir şef, diğer yanda bir iş yeri patronu, diğer yanda sigara alacak parası olmayan bir adam; bu insanlar tribünler sayesinde yan yana maç izleyip birlikte yolculuk yapabiliyorlar." Burada benim en çok dikkatimi çeken kısım; bir şef ile sigara içecek parayı dahi bulamayan bir insanın nasıl olur da yan yana maç izleyebildiğidir. Aslında daha da öte, parası olmayan birinin stada nasıl girebildiğidir. Yorumu yapan futbol-sever, nasıl olur da 36 yıldır, "kale arkası tribünü", "protokol tribünü", "numaralı tribün", "beleştepe" gibi kavramların neden var olduğunu anlayamaz. Sonuç olarak sosyal hayatta var olan ekonomik sınıf farklılıklarına dayalı bu duvarlar, tribünde de mevcut. Aslında bu gizil bariyerler şöyle diyor: "sen zenginsin 500 lira ver en önden izle! Çünkü en büyük hazzı sen alacaksın. Sen ise paran yok! geç kale arkasında en arka köşeye, oradan izle."
Futboldan zevk almaya çalışmayı bırakalı çok olmadı ama yıllarca bilinçaltımıza yönlendirilen takım tutma zorunluluğu hissini çiğnemek geçmişinde fanatik olmuş biri olarak zor oldu. İddiaydı, şans oyunlarıydı, kara borsaydı, kara para aklamaydı derken futbola spor dışında her şey dahil olmaya başladı. Paranın yönettiği, kendi irademi yansıtamadığım, kaderi başkalarının ellerinde (daha doğrusu ceplerinde) olan bir spordansa, bireyselliğe dayalı, kendimi ifade edebildiğim bir sporu tercih etmeyi seçiyorum. Sporda profesyonelliğin en çok parayı veren kulübe gitmek ve sporun "show business" olarak görüldüğü bir ortamda amatör ruhu daha çok arayacak gibiyiz.
Not: Uzun zamandır aklımda olan duygu ve düşüncelerimi bu deneme yazısında ele aldım. Amacım kimseyi suçlamak ya da eleştirmek değildir. Saygılarımla.
Futbol ile ilgili güzel bir anı yazısı (İlgilenenlere)




Yorumlar
Yorum Gönder